Datça’yı keşfettiğimiz bu gezide edindiğimiz izlenimleri ve pratik bilgileri paylaşmak istiyorum.
Eğer yaz tatilinizde yönünüzü Datça’ya çevirdiyseniz, neler yapılır, hangi koylarda denize girilir, ulaşım ve konaklama seçenekleri nelerdir — hepsini burada bulacaksınız.
Biz Datça’nın merkezinde değil, badem ağaçlarının ve mavi tonların arasında saklanan, daha sakin bir köy olan Palamutbükü’nde konakladık. Palamutbükü, hem berrak denizi hem de huzurlu atmosferiyle Datça’nın en sevilen koylarından biri. Burada konaklama seçenekleri oldukça çeşitli: genellikle butik pansiyonlar, aile işletmeli apartlar ve küçük ölçekli oteller bulunuyor.
Büyük zincir otellerin olmaması, bölgeye özgü huzuru koruyor; bence bu Datça’nın en güzel yanı. Çünkü Datça’nın cazibesi, sade ve doğayla iç içe yaşam tarzında saklı.
Şimdi, Datça günlüğümüzü adım adım birlikte gezelim.
1. Gün - Datça Merkez
İlk günümüz sabah erken saatlerde Datça merkeze varmamızla başladı. Datça’nın merkezi küçük ama canlı bir kasaba; dar sokakları, yerel esnafın dükkanları ve yazın artan turist hareketliliğiyle oldukça enerjik bir atmosfere sahip. Yaz aylarında araç trafiği epey yoğun olabiliyor, bu yüzden merkeze geldiğinizde aracınızı bırakıp yürüyerek gezmek en akıllıca tercih.
Merkezin en dikkat çekici bölgesi Eski Datça (ya da Datça Eski Yerleşimi). Osmanlı döneminden kalma taş evleri, rengarenk kapıları ve saksılarda coşan begonvillerle tam bir açık hava müzesi gibi. Aracınızı girişteki otoparka bırakıp, yokuş aşağı inen taş sokaklarda yavaş adımlarla dolaşmak en keyifli yol.
Sokaklar boyunca hem yerel mutfağın örneklerini sunan küçük restoranlar hem de el yapımı ürünlerin satıldığı butikler yer alıyor. Özellikle sabah saatlerinde, kalabalıklar henüz sokaklara taşmamışken, burayı gezmek çok daha huzurlu oluyor.
Fotoğraf meraklıları içinse tam bir cennet: her köşe başında çiçeklerle süslenmiş taş duvarlar ve mavi panjurlu pencereler arasında Instagram’a yakışır kareler sizi bekliyor.
Eski Datça sokaklarını gezip fotoğraflarımızı çektikten sonra arabamızı merkeze, güvenli bir noktaya park edip Datça semt pazarına yöneldik. Ağustos ayında ziyaret ettiğimiz için pazar tam anlamıyla bir renk ve lezzet şöleniydi.
Tezgâhlarda yaz mevsiminin bereketiyle dolu ürünler vardı; özellikle Datça domatesleri hemen dikkat çekiyor. Sert kabuklu, yoğun aromalı ve suyu akmayan türden… tam anlamıyla “tatlı domates”!
Pazarcıların büyük kısmı Datça ve çevresindeki köylerden gelen üreticiler. Satılan ürünlerin çoğu kendi bahçelerinden ya da mutfaklarından çıkma: zeytinyağlı enginar, el yapımı peynirler, kuru incir, ballı cevizli sucuk, ev yapımı reçeller… Her tezgâh, Datça’nın mutfak kültürünün küçük bir vitrinine dönüşüyor.
Küçük bir not: Semt pazarı her gün kurulmuyor. Genellikle haftanın belirli günlerinde —çoğunlukla Çarşamba ve Pazar sabahları— açılıyor. O yüzden Datça gezinizden önce pazar günlerini mutlaka kontrol edip rotanıza dahil etmenizi öneririm. Hem yerel lezzetleri tadabilir hem de bölgenin insanlarıyla samimi sohbetler edebilirsiniz.
Datça merkezde denize girmek isteyenler için birkaç plaj seçeneği var, ancak bunların içinde en bilinen ve bizim de en beğendiğimiz yer Kargı Koyu. Merkeze yalnızca 10 dakikalık bir araç yolculuğuyla ulaşılabiliyor; bu da onu hem ulaşımı kolay hem de günübirlik deniz keyfi için ideal hale getiriyor.
Arabayla gitmek en pratik seçenek olsa da, merkezden düzenli minibüs seferleri de var. Özellikle yaz aylarında oldukça sık hareket ediyorlar. Minibüs duraklarını ana cadde üzerinde bulabilir, yerel esnafa kısa bir soruyla da kolayca yönlendirme alabilirsiniz.
Kargı Koyu’nda araçlar için ücretli bir otopark bulunuyor. Yaz mevsiminde oldukça yoğun olduğu için sabah erken gitmek büyük avantaj. Plajda ayrıca soyunma kabinleri ve duşlar da mevcut, bu da deniz sonrası temizlenmek isteyenler için konfor sağlıyor.
Biz sabah erken saatlerde ulaştık; güneş daha yükselmeden denize girdiğinizde suyun rengi turkuazdan koyu maviye dönüyor, etraf sessiz, sadece dalgaların sesi var. O an, Datça’da olmanın neden bu kadar özel olduğunu hatırlatıyor insana.
Ancak dikkat edilmesi gereken bir nokta var: plajın büyük bölümü özel işletmeler (beach barlar) tarafından işletiliyor. Bu alanlarda şezlong ve şemsiye kiralamak zorunlu. Neyse ki plajın güney ucunda, hâlâ küçük bir halka açık alan bırakılmış. Burada kendi havlunuzu serip şemsiyenizi kurabiliyorsunuz.
Yalnız uyarayım: yaz aylarında bu bölüm hızla doluyor, özellikle öğle saatlerinde kalabalık artıyor. Bu yüzden sabah erken gitmek hem huzurlu bir deneyim yaşamanız hem de iyi bir yer kapmanız açısından önemli.
Plajın zemini taşlı, ancak keskin ya da rahatsız edici türden değil; çıplak ayakla yürümeye bile elverişli. Asıl büyü ise denizde: su inanılmaz berrak, temiz ve turkuaz tonlarında. Yaz aylarında sıcaklığı tam kararında oluyor. Birkaç metre açıldığınızda bile dibi net şekilde görebiliyorsunuz — yüzmesi gerçekten keyifli.
Kargı Koyu’nu kesinlikle tavsiye ederiz; özellikle Datça merkezde konaklayanlar ya da Palamutbükü’ne geçmeden önce kısa bir deniz molası vermek isteyenler için harika bir durak.
Kargı Koyu’ndaki yüzme molamızın ardından, konaklayacağımız Palamutbükü’ne doğru yola çıktık. Datça merkezine yaklaşık bir saatlik mesafede yer alan köy, yol boyunca badem ağaçlarıyla kaplı tepeler, sessiz köy geçitleri ve zaman zaman karşınıza çıkan mavi koy manzaralarıyla insanı yavaşlamaya davet ediyor.
Yol düzgün, asfalt ve genellikle trafiğin az olduğu için araçla gitmek keyifli bir deneyim. Bu yolculuk, Datça’nın o meşhur sakinliğine adım adım geçiş gibi—tatilin gerçekten başladığını hissettiriyor.
2. Gün - Kurubük
Sabahı Palamutbükü’nde uyanarak karşılıyoruz. Burası tam anlamıyla bir sahil kasabası: sakin, samimi ve denizle iç içe.
Kahvaltı için sabahın ilk ışıklarıyla fırından Datça’ya özgü yuvarlak ekmek alıyoruz. Hafif ekşi tadı ve çıtır kabuğuyla sade ama karakterli bir lezzet. Bu ekmekle yaptığımız basit kahvaltı bile, deniz kenarında bir şölen gibi geliyor.
Bugün deniz için rotamızı Kurubük Koyu’na çeviriyoruz. Palamutbükü’nden yalnızca 15 dakikalık kısa bir yolculukla ulaşılıyor. Kurubük, genellikle kampçıların ve doğa severlerin uğrak noktası. Denizi berrak, sahili doğal, kalabalıktan uzak — tam da aradığımız gibi.
Burada hiçbir tesis yok: ne soyunma kabini, ne tuvalet, ne de kantin.
Ama işte tam da bu “eksiklik”, Kurubük’ün güzelliğinin sırrı. Koyun sessizliği, denizin berraklığı ve doğanın kendi düzeni…
Yanınıza sadece bir şemsiye, bir havlu ve biraz su almanız yeterli. Çadırınızı ya da plaj matınızı serdikten sonra, artık tek ses dalgaların sesi oluyor.
Kurubük gerçekten özel bir koy; insanı gösterişsiz doğallığıyla büyülüyor. Datça’nın bu sakin köşesinde zaman sanki biraz daha yavaş akıyor. Güneş yavaşça yükselirken, berrak suyun içinde yüzmek huzurun tanımı gibi.


Gün boyu Kurubük’te vakit geçirdikten sonra öğleden sonra Palamutbükü’ne dönüyorsunuz. Palamutbükü’nde akşamdan önce plajda denize girebilirsiniz. Suyun serinliği, günün yorgunluğunu almak için ideal.
3. Gün - Knidos
Sabah erken saatlerde kahvaltınızı aldıktan sonra Palamutbükü sahiline gidin. Sabah saatlerinde sahil oldukça sakin olur, yürüyüş yapmak veya kısa bir deniz molası vermek için ideal. Basit bir kahvaltı yapabilir, güne başlamadan önce denizin ve manzaranın tadını çıkarabilirsiniz.
İpucu: Sabah erken saatlerde sahil hem fotoğraf çekmek hem de sessiz bir ortamda vakit geçirmek için en uygun zaman.
Öğleyin güneş tepeye henüz çıkmadan, otelimize dönüp biraz dinlendik. Çünkü öğleden sonraya çok özel bir planımız var: güneşi batırmaya Knidos’a gitmek.
Palamutbükü’nden Knidos Antik Kenti’ne araçla yaklaşık yarım saatlik keyifli bir yolculuk var. Yol gayet düzgün ve bakımlı—dar ama asfaltlı, virajları güvenle dönebileceğiniz türden. Ara sıra deniz manzarası açılıyor; sağınızda Ege’nin sonsuz mavisi, solunuzda zeytinlikler ve çam ormanları…
Ve işte en ilginç kısmı: her virajda radyo dalgaları sınırı geçiyor! Bir anda Yunan radyosundan Türkçe bir şarkı ya da haber duyuyorsunuz, bir sonraki virajda yine Yunan istasyonuna kayıyor. Bu küçük detay bile, Knidos’un hem coğrafi hem tarihi olarak iki dünyanın buluşma noktası olduğunu hatırlatıyor size.
Knidos’a yaklaştıkça, antik kentin girişinde devasa yatlardan oluşan bir filo gözümüze çarpıyor. Yolculuğun sonunda bizi bekleyen ise antik dünyanın en etkileyici güneş batımlarından biri…
Knidos, Datça Yarımadası’nın en uç noktasında, Ege Denizi’ne bakan bir antik Dor kenti. MÖ 4. yüzyılda ünlü heykeltıraş Skopas tarafından yeniden inşa edilmiş ve dönemin önemli bilim, sanat ve ticaret merkezlerinden biri olmuş. Tarih meraklıları için, kent bir zamanlar Afrodit Heykeli’ne ev sahipliği yapmış olmasıyla da ilgi çekici. Günümüzde ise tiyatro, agora, tapınak kalıntıları ve liman manzarasıyla ziyaretçilerine hem tarih hem doğa keyfi sunuyor. Üstelik burası, güneşin denize battığı son noktalardan biri olduğu için gün batımı manzarası gerçekten unutulmaz.
Gün batımına yaklaşık bir buçuk saat kala, tepedeki deniz fenerine yürümeye başladık. Patika başta biraz taşlı ve eğimli görünse de kısa sürede zirveye ulaşılıyor. Yürürken manzara sürekli değişiyor: önce antik liman, sonra Ege’nin açıldığı sonsuz mavilik, ardından demirlemiş yatlardan yansıyan gün ışığı… En etkileyici an ise limanı tüm ihtişamıyla gördüğünüz andı; taş duvarlar, kemerler ve sütun kalıntıları altın rengiyle ışıldıyor, adeta tarih bu an için duraklamış gibi.
Deniz fenerine ulaştıktan sonra, etrafı görebileceğimiz bir noktaya oturuyoruz. Önümüzde Akdeniz’in uçsuz bucaksız mavisi ve ufukta çok uzakta geçen gemiler yer alıyor. Gün batımına yaklaştıkça, zirveye bizim gibi gelen ziyaretçi sayısı artıyor. Ancak herkes neredeyse sessizce manzarayı izliyor. Ortamda genelde sakinlik ve hayranlık hakim.
Burada, bazı turistik yerlerde sıkça görülen aşırı fotoğraf çekme telaşı ya da kalabalık yok. İnsanlar genellikle kısa süre kalıp manzarayı sessizce izledikten sonra geri dönüyor. Bu da Knidos’un doğal ve sade atmosferini bozmuyor.

Sonunda o muhteşem gün batımı vakti geliyor. Güneş, yavaşça denizin arkasına doğru kayarken, tüm gökyüzü ve deniz yüzeyi altın, turuncu ve pembeye bürünüyor.
Gün batımını deniz fenerinde izledikten sonra, hava tamamen kararmadan antik kente doğru yokuş aşağı iniyoruz. Sokak lambası olmadığı için yol biraz karanlık kalıyor — ayakkabı seçiminde dikkatli olmak ve el feneri bulundurmak faydalı olabilir. Araçla Palamutbükü’ne dönüş yaklaşık 30–35 dakika sürüyor.

4. Gün - Ovabükü
Sabah kahvaltısından sonra Palamutbükü’nden Ovabükü’ne doğru yola çıktık. Ovabükü, Datça’nın daha sakin koylarından biri ve genellikle yerel halk ile küçük gruplar tercih ediyor. Sahil, ince çakıl ve kum karışımı; denize giriş yavaş ve sığ, çocuklu aileler için uygun. Denizi Palamutbükü kadar etkileyici olmasa da, öğleden sonraki sakinliği ve çevresindeki çam ağaçlarıyla kendi huzurlu atmosferini sunuyor.
Koyda temel tesisler mevcut: kantin (soğuk içecek, atıştırmalık), tuvalet ve soyunma kabinleri bulunuyor. Şemsiye ve şezlonglar ücretli; isterseniz kendi ekipmanınızı götürebilirsiniz. Sahilden kısa bir yürüyüşle ulaşılan küçük bir manzara noktasından hem koyu hem karşıdaki adaları görebiliyorsunuz.
Ovabükü, Datça gezinizde bir gün ayırabileceğiniz güzel bir seçenek. Ancak Palamutbükü veya Knidos gibi yerler kadar “mutlaka görülmesi gereken” noktalardan biri değil. Bu yüzden “kesinlikle ayırın” demek doğru olmaz. Eğer rotanıza sakin bir koyda yüzüp dinlenmek istiyorsanız, Ovabükü iyi bir ara durak olabilir. Ama zamanınız kısıtlıysa, geçmeden de olmaz.
5. Gün - Kızılbük (Kabaklar Koyu)
Sabah erkenden Palamutbükü’nden Kızılbük’e doğru yola çıktık. Yol yaklaşık 30–35 dakika sürüyor; genellikle asfalt ve düzgün, ama son bölüm dar ve hafif inişli. Karşıdan araç gelirse geçmek zor olabiliyor, bu nedenle acemi sürücüler için dikkat gerektiriyor.
Koyun girişinde tesislerin otoparkı bulunuyor. Yaz aylarında erken gitmezseniz dolabiliyor, bu yüzden sabah saatlerini tercih etmek iyi bir strateji. Otoparktan sonra tesislerin içinden geçerek sahile ulaşıyorsunuz.
Kızılbük’te temel tesisler mevcut: tuvalet, soyunma kabinleri, kantin ve şezlong/şemsiye imkânı. Biz şezlongları kullandık ve öğle yemeğimizi tesisin restoranından aldık. Fiyatlar turistik seviyede ama makul; başka ek ücretle karşılaşmadık.
Koyun karşısında küçük bir adacık ve Hayıt Bükü yer alıyor. Ancak Hayıt Bükü’nü pek beğenmedik: hem kalabalık, hem de yolun hemen dibinde kalıyor. Asıl güzellik, Kızıl Bük’ün kendi sahilinde ve denizinde saklı.
Kızılbük’ün denizi, Datça’da yüzdüğümüz en güzel denizlerden biri: inanılmaz berrak, turkuaz-mavi tonlarında ve dibindeki kum-çakıl karışımı zemin yüzme keyfini artırıyor. Sahilde ayrıca ahşap bir iskele de bulunuyor; hem fotoğraf için ideal, hem de denize atlamak isteyenler için uygun.
En unutulmaz anımız ise caretta carettalarla karşılaştığımız andı. Denizde yüzerken birkaç kez yanımızdan geçtiler. Bu yüzden mutlaka su altı gözlüğü ve snorkel ekipmanınızı yanınıza alın; sadece denizi değil, bu zarif canlıları da gözlemlemek Kızıl Bük’ü özel kılıyor.
Sahilin hemen arkasında yoğun çam ormanlığı var. Kısa yürüyüşler için harika bir alan; gölge ve ferah bir hava sunuyor. Özellikle öğle sıcağında ormanda biraz dinlenmek günü daha keyifli kılıyor.
Kısacası Kızılbük, Datça gezinizde mutlaka ayırmanız gereken bir durak. Hem doğa, hem deniz, hem de nadir bir caretta caretta deneyimi sunuyor. Unutmadan Kızılbük yerine buraya Kabaklar koyu da deniyor.

Akşam üzeri, Kızıl Bük’teki muhteşem günü geride bırakıp Palamutbükü’ne döndük. Yorgunduk ama huzurluyduk — özellikle Caretta carettalarla yüzme deneyimi hâlâ tazeydi.
Akşam yemeğinden sonra, günün son ışıkları sönmeye başlarken, Palamutbükü sahilinin en ucundaki taşlı plaja doğru yürüdük. Burası, genellikle gündüz kalabalığından uzak, gece ise neredeyse tamamen ıssız kalıyor. Sahilde çok az yapay ışık olduğu için gökyüzü karanlık kalıyor — ve bu da yıldızları izlemek için mükemmel koşullar yaratıyor.
Gözleriniz alışınca, sayısız yıldız beliriyor. Hatta net bir gecede — tıpkı bizim gecemiz gibi — Samanyolu’nun belirgin şeridini bile görebiliyorsunuz. Şehir hayatının ışık kirliliğinden uzak bu köşede, gökyüzü sanki bir planetaryum gibi açılıyor. Hiçbir uygulamaya, teleskoba gerek kalmadan, sadece başınızı kaldırıp bakmanız yeterli.
Bu tür anlar, Datça’nın sadece gündüz değil, gece de sunduğu sessiz büyüyü hatırlatıyor size.

İpucu: Eğer yıldız izlemeyi seviyorsanız, Palamutbükü’nde kalmak büyük avantaj. Özellikle ay ışığı az olan gecelerde (yeni ay dönemleri) gökyüzü en net şekilde görünür.
6. Gün - Akvaryum Koyu
Son günümüzü de hafif ve sade bir şekilde başlatıyoruz. Sabah erkenden, yanımıza hazırladığımız sandviçlerle yola çıkıyoruz — bu sefer yönümüz Akvaryum Koyu’na.
Akvaryum Koyu, aslında Palamutbükü’nün hemen dibinde yer alıyor. Yürüyerek bile 10–15 dakikada ulaşabileceğiniz kadar yakın. Yol, sahil kenarında hafif taşlı bir patika; sabahın serinliğinde yürümek bile keyifli bir başlangıç oluyor.
Koy çok küçük, neredeyse bir koy değil de “doğal bir yüzme havuzu” izlenimi veriyor. Ama işte bu küçüklük, onu gizli bir cennet haline getiriyor. Denizi ise gerçekten inanılmaz berrak — suyun altında her şeyi net görebiliyorsunuz, adeta bir akvaryum gibi (ismini de muhtemelen buradan alıyor!).
Ancak alan dar olduğu için öğle saatlerinde hızla dolabiliyor. Bu yüzden sabah erken gitmenizi kesinlikle öneriyoruz. Hem daha huzurlu bir deneyim yaşarsınız, hem de şemsiyeniz için güzel bir yer kaplamanız mümkün olur. Sahilde herhangi bir tesis (tuvalet, kantin vb.) bulunmuyor, bu yüzden su, havlu ve güneş koruyucunuzu yanınızda bulundurun.

Datça Gezi Rehberi: Genel Bilgiler ve Pratik İpuçları
🏠 Konaklama
Datça’da özellikle Palamutbükü, Kurubükü ve çevresi gibi koylarda sakin, doğal ve küçük ölçekli pansiyonlar ile aile işletmeli apartlar hakim. Büyük zincir oteller yok — ve bu, bölgenin huzurunu, doğallığını ve yerel dokusunu koruyor. Bu yüzden “iyi ki de yok” diyebilirsiniz!
🚗 Ulaşım
Araba ile gitmek, Datça’da en akıllıca ve pratik tercih. Koylar arası toplu taşıma neredeyse yok denecek kadar sınırlı; yaz aylarında bile minibüs seferleri seyrek ve güzergâhları belirsiz olabiliyor. Özgürlük ve esneklik için kendi aracınızla gitmenizi öneririz.
🍽️ Yemek Seçenekleri – Her Bütçeye Uygun Çözümler
Datça’da, özellikle Palamutbükü gibi koylarda, her bütçeye uygun yemek seçenekleri mevcut:
- Kendi yemeğinizi hazırlayın: Palamutbükü’nde Şok ve A101 gibi küçük marketler bulunuyor. Buradan taze ekmek, peynir, zeytin, sebze ve hazır malzemeler alarak kendi sandviçinizi veya hafif yemeklerinizi hazırlayabilirsiniz. Bu seçenek hem ekonomik hem de esnek — özellikle koy gezilerinde yanınıza paket yemek almak çok işe yarıyor.
- Konaklama + yemek paketi: Birçok pansiyon ve apart, kahvaltı ve akşam yemeği dahil konaklama seçeneği sunuyor. Özellikle sabah kahvaltısını yerel lezzetlerle zenginleştiriyorlar. Bu, hem pratik hem de yerel mutfağı deneyimlemenizi sağlıyor.
- Sahil restoranları: Palamutbükü sahilinde balık ve deniz ürünleri üzerine uzmanlaşmış restoranlar var. Akşamları deniz manzarasında yemek yemek gerçekten keyifli, ancak fiyatlar oldukça pahalı. Hem türkiye şartları için hem yurt dışına göre her türlü çok pahalı satılıyor. Ama en azından 1 gün denenebilir.
Kısacası: İster bütçe dostu, ister lüks bir deneyim isteyin — Datça size uygun bir seçenek sunuyor.
🎒 Ne Götürmeli?
Kendi plaj ekipmanınızı alın: Şemsiye, sandalye (veya plaj matı) ve havlunuz olsun.
Yemek ve içecek: Birçok koyda (özellikle Kurubük, Akvaryum Koyu gibi) hiçbir tesis bulunmuyor — kantin, tuvalet, soyunma kabini yok. “İyi ki de yok” diyebilirsiniz, çünkü bu sayede koylar tenha kalıyor. Ama bu yüzden su, atıştırmalık ve hafif bir öğle yemeği yanınızda olsun.
Su altı gözlüğü ve snorkel şart! Datça’nın denizi inanılmaz berrak ve zengin bir deniz yaşamına ev sahipliği yapıyor: renkli balıklar, süngerler, hatta Caretta carettalarla karşılaşabilirsiniz. Gözlüksüz yüzmek, bu güzelliklerin yarısını kaçırmak demek.
💡 Ek İpuçları
Pil ve taşınabilir şarj cihazınız olsun: Bazı koylarda elektrik bağlantısı yok, el feneri veya telefon ışığı bile kurtarabilir.
Çöp torbası: Tesis olmayan koylarda çöp kutusu da yok. Doğayı korumak için çöplerinizi mutlaka geri götürün.
Son Not: Aşağıdaki haritadan, yazıda belirttiğim koyların yerlerini ve gezilecek yerleri görebilirsiniz. Şimdiden yi yolculuklar.
Bekleyiniz ...
Bekleyiniz ...